Stuff

Oyuncaklarım ve Ben | Denef Huvaj

Denef Huvaj en sevdiği makinelerini ve fotoğraflarını, Stuff Mart 2016 sayısı için anlattı.

Fotoğrafa başlamamı tam olarak şu tetikledi, şu vakit karar verdim diyemem. Bir günde oluşan bir şey değil çünkü. Aşama aşama yerleşti hayatıma ve bu aşamalar uzun uzun hikayelere yayılıyor. Ama kendim için çok kıymetli olan bu yola çıkarken yakın çevremin, arkadaşlarımın ve ailemin hep desteği oldu diyebilirim. Bana hep çok özel davrandılar ve arkamda durdular.

Şehirleri, binaları, insanları tekrar tanıdım fotoğraf sayesinde. Duyguların insanların yüzlerinde aldığı biçimleri yakalamak, ışığın sokaklardaki hallerini, doğanın devinimini; anlatılan hikayeler sahibinden çıktığında tam atmosferde değişecekken sözleri tam yüzlerinde, ellerinde dondurmak, en ayrıntılı hallerini olduğu gibi yakalamak heyecanım oldu. Hayatın bir köşesinde öylece durmak anlamlandı.

Sabırlı bir gözlemci olmam dışında, etkisiz kalmam beni rahatsız etmemeye başladı. Çünkü çocukluğumdan beri, insanlar orada öylece durmama müsade etsinler ama benimle çok yakın olmasınlar istedim aslında. Yalnızlığın korkulur bir şey değil sevilebilir olduğunu söyledim hep. İnsanlarla direkt ilişkiyi sevmediğimi fark ettim nesnelerle mesafemi ölçerken. İnsanın düzenle birlikte yozlaşmış doğası beni hiç ilgilendirmedi çünkü. Gürültülü ağızlar, farklı duygularla söylenmesine rağmen aynılaşmış söz kalıpları hep bir köşeye ittirdi beni. Havaya temas eden her sözüm deforme olup çürüyormuş gibi hissettim ve uzun süre sustum. Fotoğraf dilim oldu.

İnsanları sevmiyorum gibi algılansın istemiyorum, aksine bolca sevgi doluyum. Ama sosyal çevreye sundukları kurgu değil de onların en katkısız doğal halleri, içlerinde bastırıp durdukları şey ilgilendirdi beni. Ki insanlar tanımadıkları, kendileri hakkında geniş bilgisi olmayan, yargısız kişilere karşı, yakın arkadaşlarından daha samimi, daha öylece açıyorlar kendilerini. Zararsız bir yabancı olmak dışında hiçbir şey olmak istemedim insanların hayatında. Ve devasa bir gücü elimde tutuyorum gibi hissediyorum hep. Çünkü görselin, tanıdık bir fikri bambaşka bir çerçeve içinde yeniden tartışmaya açabilme, her zaman kendini yenileyen, daha önce hayal edilememiş olanı önünüze sunma, bilmediğiniz bambaşka bir dünyayı size hissettirebilme gibi bir lüksü var.

İlk makinemi 12 yaşlarındayken babam aldı. Analog bir makine. Her zaman film alamadığım için çoğu zaman boş kullanarak hayali bir sürü fotoğraf çektim. Ama ilk çektiklerimden filmleri hala elimde olanlar var. Onların da olduğu babamın anısına bir seri yapmaya başladım yakın zamanda.

Canon 5D Mark III kullandım, şimdi II kullanıyorum ama kendi makinelerimden en çok sevdiğim yine benim için çok kıymetli bir hediye olan Fuji Instax 210 Wide kameram.

Voigtländer Bessa’ya, Nokton’un f/1.1’lik 50 mm’sine hep ağzım sulanıyor. Ara sıra Leica’nın makinelerini de uzaktan seviyorum. Hasselblad h2 ile Phase One p45’i kullanmayı çok istiyorum.

Fotoğraflarımı Photoshop ile işliyorum. Hazır filtreler kullanmıyorum. Uzun uzun, kendi kendime uğraşmaktan çok zevk alıyorum. Fotoğraf çekerken dinlediğim bir müzik yok fakat işlerken radyo tiyatrosu dinliyorum. Konsantrasyonumu hiç bozmuyor, tavsiye ederim. Müziği sadece bir fotoğrafı kurgulayacağım zaman ya da dinlenirken dinlerim.

Telefonda kullandığım bir uygulama da yok. Sadece Instagram’ı günlük bir portfolyo alanı gibi kullanıyorum. Orada da mobil çektiğim fotoğrafları yine Instagram’ın kendi manuel ayarlarıyla yapıyorum. Filtrelerle aram hiç iyi değil benim.

“Hangi filtre?” ve “Fotoğrafımı çeker misin?” pek hoşlaşmadığım sorulardan. Aslında bana sorulan bütün soruları yanıtlamaya özen gösteriyorum. Bilginin paylaşılır olduğunu düşünüyorum. Ama bazı sorular nezaketsiz geliyor.

Fotoğraflamayı çok istediğim yerlerden biri Abhazya idi. Ve nihayet o şansı buldum. Bir kitap çalışıyorum şimdi. Sibirya’da ve Trans Sibirya ekspresinde bir yolculuk esnasında çekim yapmayı çok istiyorum. Kazakistan’da uyuyan bir köy var, Kalachi, orayı çok merak ediyorum. Tamamen boşaltılmadan çekmek isterdim. Büyük ihtimalle çocukken bir filmde izleyip bilinç altımda kalan ama yıllardır sürekli rüyalarımda gördüğüm bir yer vardı. Deniz kıyısında, ortasında yüksek bir ada var diye hep bahsettiğim bi şehir. Geçen ay bir belgesel izlerken orasının Bask bölgesindeki San Sebastian kenti olduğunu fark ettim. Tabii bu beni çok heyecanlandırdı. Çünkü oraya gidip fotoğraf çekerken kendi rüyamı, kendi bilinç altımı ziyaret ediyorum ve fotoğraflıyorum gibi olacak.

Atalay. Çiçek yapraklarını yemekten, kendinden ufak çocukları korkutup kaçırmaktan hoşlanıyor. Aynı büyüklerin kucağında büyüdük, şimdi birbirimizi bol bol kucaklıyoruz. Çok seviyorum onu.

 

Koş! Bu ara en çok duyduğum his. Müzisyen arkadaşım Burak Yeter’in çekimi için yola çıktığımız bir sabah bu manzara karşıladı bizi ve biz de koştuk 🙂

 

Uzun süredir ciddi bir rahatsızlıkla mücadele eden teyzemle, dışarı çıkabildiği her zaman diliminde gidip karşısında oturduğumuz yeri fotoğrafladım. O yüzden adı “The Happiest Day” bu serinin.

 

Ağva sahilinde çektiğim bu fotoğraf, “When Alone” isimli seriden. Bu aileyle, kasabanın içinde bir kafede çay içerken karşılaştım. Sıkıntılı ve sert ifadeleriyle oturmuş çay içiyorlardı. Daha sonra yukarıdan sahili izlerken bir anda neşe içinde bomboş sahilde koşup eğlenmeye başladılar. Bütün sınırların yalnızken kaldırıldığı kaçamak bir eğlencenin serisi.

 

Bu fotoğrafı Abhazya’da ‘Ayayrada’ yani zafer kutlamalarında çektim. Sanırım hayatımda çektiğim en üzücü fotoğraf. Epeyce yaşlı bu kadın ‘komutanımız, başkanımız, oğlumuz’ dediği Ardzınba’nın mezarına bakıp uzaktan ağlıyor. Ve ekliyor: “Daha yüksekte olsa bile çıkardım ama çıkamıyorum, dizlerim ve yüreğim zayıf kalıyor.”

 

Denef Huvaj kimdir?

Rusya’da KBSU mühendislik fakültesinde sistem mühendisliği ve güzel sanatlar fakültesinde resim eğitimi aldım.

2003 yılında Türkiye’ye geldim. Farklı bölgelerde, dönem dönem de İstanbul’da bulundum. 2007 yılında İstanbul’a tamamen taşındım. Aynı dönemde Fotoğrafevi’nde proje yazarı olarak çalışmaya ve fotoğraf eğitim almaya başladım. Daha sonra birçok stüdyo ve ajansla çalıştım. Bir dönem ‘İz’ dergisinde sanat yönetmenliği yaptım. L.A ve Londra’da beni temsil eden iki ajansla çalışıyorum.

Şu an Karaköy’de kendi atölyem ve ofisim var. Orada kişisel çekimlerime ve hala yerleşme telaşıma devam ederken, sevgili Damla Yolaç ile birlikte bir Abhazya belgeseli üzerine çalışıyoruz. Ben ayrıca Abhazya üzerine bir kitap çalışıyorum. Halen yürüttüğüm “Çerkes Köyleri” isimli bir proje kapsamında dönem dönem Türkiye’deki ve Kafkasya’daki köyleri dolaşıyor ve arşivliyorum.

www.denefhuvaj.com

 

Bu da ilginizi çekebilir:

Oyuncaklarım ve Ben | Dilan Bozyel