Stuff

Rembrandt, teknoloji ve veriyle dirildi

Yaratıcılık festivali Cannes Lions’da ödülleri toplayan The Next Rembrandt projesinde JWT Amsterdam veriyi kullanarak “Rembrandt hayatta olsa nasıl bir tablo yapardı” diye sordu. Ortaya Rembrandt DNA’sı taşıyan tablo çıktı. Projenin arkasındaki Türk reklamcı Güney Soykan’la Cannes’da buluştuk.

Kendinden ve meslek hayatından bahsedebilir misin bize? Yurt dışında çalışmaya ne zaman başladın?

Kasım’da iki sene olacak. Daha önce hep Türkiye’de çalışıyordum. Aslında ben 4 sene Diş Hekimliği okudum, babam diş hekimi çünkü, babadan oğula geçme durumu var bu mesleğin. Ondan sonra diş hekimi olmayacağıma karar verip grafik tasarıma geçtim. İkinci sınıfta bir staj imkanı yakalayıp DDB&Co.’da işe başladım. Orada üç buçuk sene kaldım, ondan sonra da TBWA’ye geçtim, orada dört sene kaldım. Ondan sonra yurt dışındaki bazı ajanslardan iş teklifleri gelmeye başladı. İki sene önce “Fading News”u yaptık TBWA’de, ikisi altın, dört tane ödül kazandım, öyle olunca da tekliflerin sayısı arttı. Ben de “Tamam, gidelim o zaman” dedim. Bir şekilde kendimi Amsterdam’da buldum.

“The Next Rembrandt” işi nasıl başladı? En başından beri hikayeyi dinleyelim senden.

18 aydır üzerinde çalışıyoruz. Ben gittikten sonra iki ay içinde fikir masadaydı. ING, Hollanda markası, orada biraz milliyetçi bir iletişim de yapıyorlar ve her banka gibi aslında, belli sponsorlukları var. Hollanda’nın milli takımına ve birçok müzeye sponsorlar mesela. Çağa ayak uyduran inovatif markalar birçok yenilik yapıyorlar ve bunu devam ettirmek istiyorlar. Bu iletişimi de inovatif bir marka olarak aslında tüm kanallarda devam ettirmek istiyorlar. O yüzden sanat sponsorluğu ile ilgili bir brief geldiğinde biz de inovatif bir iş yapmaya ve markanın söylemine de destek olmaya çalıştık. Hem de Rembrandt gibi milli bir kahramanla yapınca ikisini birleştirdik aslında. Başta bir robot eli kullanarak, elde edilen data’yı ona yükleyip o boyasa diye düşündük fakat sonradan öğrendik ki robotların Rembrandt gibi boyamaya kapasitesi pek müsait değil. Ondan sonra 3D printer’la olur mu diye düşündük ve o yola girdik. Şu anda çok bilinmeyen bir şey var aslında. Bütün müzeler çok önemli tablolarını tarayıp bunların reprodüksiyonlarını bu 3D printer’larla yapıp satmak gibi yavaş yavaş bu işe geçiyorlar. Ama burada büyük bir sektör var. İsteyen, kocaman bir tabloyu çok makul bir fiyata alıp birebir aynısını duvarına asabilir. Aslında müzeler bu tip işlerle bir süredir çalışıyorlar. Ama onlar hep var olan şeyleri kullanıyorlar. Biz ilk defa var olmayan bir şeyi yaptık. Epey zorlu bir süreçti. Markaların iş birliği de giderek daha fazla önemli olacak. Mesela “Decoded”ı yaptıklarında Jay-Z ile Bing, bir ünlü olarak oradaydı ama o bir marka aynı zamanda. Bir marka iş birliği olarak görünüyordu o da. Bence dünya yavaş yavaş böyle bir yere de gidiyor. Bu çok güzel bir şey. Çünkü ING’nin yapabileceği işler belli, yapamayacağı işler belli. Bu noktada kendisi ile rekabet içinde olmayan markalarla işbirliği içinde olmak istememesi ancak onu güçlendirir. Diğer markaları da güçlendirir. Biz sadece Microsoft ile iş birliği içinde değiliz. Uzman takıma ihtiyacımız vardı. İyi bir teknoloji takımımız var, freelance insanlarla çalışma imkanımız var, zaten yurt dışında hareketli bir freelance piyasası var. Teknik kısımda Microsoft’tan desteğe ihtiyacımız vardı, onlarla bağlantı kurabildik. Rembrandt’ı anlayan eksperlere ihtiyacımız vardı. Mauritshuis, Rijksmuseum’dan sonra oranın en önemli müzesi. Oradan, bir Rembrandt eksperi olan Emily Gordenker ile çalıştık. Rembrandt House’un küratörü bize destek verdi. Bir de Delft Teknik Üniversite’den destek aldık çünkü onlar 3D printing üzerine çalışmalarını sürdürüyorlar. Onlar çok akademik olarak yaklaşıyorlar. Biz de öyle, bunu yeni bir Rembrandt olarak tanımlamıyoruz, bunu bir deney olarak tanımlıyoruz. Onlara da ilginç gelen şey de, bu Rembrandt tablolarına bakıp onun zanaatkarlığını oradan ayrıştırmak ve tekrar uygulamanın mümkün olup olmaması, yeni bir şey yaratmak mümkün mü sorusu da onlara akademik olarak da çok ilginç geliyor.

Tüm çalışmalar bittikten ve sergilendikten sonra geri dönüşler nasıl oldu?

Aslında şöyle, baya uzamış oluyor bu süreç ama tabloyu yaptık, bunu nasıl paketleyeceğiz, nasıl sunacağız insanlara? Nasıl anlatacağız bu tabloyu yaptığımızı? Çok karmaşık bir süreç. Onu güzel anlatmamız lazımdı. Hangi yollarla anlayacağız? Zaten başından beri biz bunun ilginç bir şey olacağını biliyorduk ve bir belgesel gibi olsun demiştik. O yüzden 30 dakikalık bir belgeseli var bu projenin. Ama o belgeseli yaparken aynı zamanda projeyi anlatacağımız bir proje videosu da olsun dedik, o yüzden 4 dakikalık videosu da var ve bir de web sitesi. Bunların hepsi gittikçe detaylandırıyor aslında projeyi. Aynı zamanda bir de sergisi vardı. Ben ilk defa bir sergi tasarımı yapmak zorunda kaldım, şans eseri sergi tasarımı konusunda yetenekli olan dostlarım var, onlarla konuşarak bunu nasıl yapacağım konusunda çözüm bulmuş oldum. Mesela şöyle bir şey yaptık sergide: Projenin kodları ekranda geçiyordu, tablo ortadaydı, ışıklar ona göre düzenlendi, insanları bilgilendirici malzemeler kullandık.

Çok inovatif bir iş. Sanatın ve teknolojinin birleşmesi hep konuşulur fakat ilk defa onun somut bir örneğini karşımızda görüyoruz.

Ödül alırken de jürinin söylediği şeylerden biriydi. Sanat ve teknoloji çok akıcı, ikisi de ajansların içinde birleşti gibi bir yorum da var. Ama bu daha kuvvetli hale gelecek. Bu sene festivalde data çok konuşuyoruz. Bunlar önümüzdeki yıllarda karşımıza gelmeye devam edecek bence.

Peki “The Next Rembrandt”projesinin devamı gelecek mi?

Proje özelinde ne yapacağımızı şimdi düşünüyoruz. Burada elde ettiğimiz bulgular yarın için bize şöyle bir teknoloji sağlıyor: Yıpranmış sanat tablolarının onarımı konusunda bir teknoloji gelişiyor. Bu proje bunun ilk ayağı oluyor. İleride bu tip tabloların onarımı ve yenilenmesi için kullanılacak çalışmalara başlandı. Bir de tabloların gerçekliği üzerine. “Face recognition” eğer sanat eserini tanıyabilir hale gelirse, sahte sanat eserlerini tanıyabilecek veya sanat eserlenin gerçekliğini kanıtlayabilecek iki tane teknoloji çıkıyor bundan. Bunu müzikle de yapabiliriz. Bence zaten biz yapmazsak, örneklerini görmeye başlayacağız dünyada, çünkü iyi ses getirdi. Bize ilginç gelen şey şu anda, yeni bir şey yapalım ama sanatçı hayatta olsa ve gelip yorum yapabilse. Hatta kendi de düzelterek birebir aynı hale getirebiliriz.

ING ile aldığımız bütün sponsorluk brief’lerinde bir yandan bunun inovatif ayağı ne olur diye düşünüyoruz.

Bu röportaj Yiğit Can Kaytmaz imzasıyla Stuff Ağustos 2016 sayısında yayınlandı.